Kapalı ve karanlık bir odada tek başınıza oturduğunuzu düşünün. Sizi dış dünyaya bağlayan 5 farklı kapı var ve bu kapılardan çıkma şansınız yok sadece o beş farklı kapıdan gelen sinyallerle dış dünyayı anlamlandırıp bir görüntüsünü çıkarmaya çalışıyorsunuz. Ardından oluşturduğunuz çerçeveye göre bu kapılardan ne yapılması gerektiğini söylüyorsunuz. Biraz zor olsa gerek değil mi? İşte beynimiz tam olarak bunu yapıyor. Bizi dış dünyaya bağlayan beş duyu organımızla beraber sıcaklığı, sesleri, basıncı, ışığı elektrokimyasal sinyallerle alıp yorumluyor. Peki beynimiz hakkında gerçekten ne kadar şey biliyoruz?
Her ne kadar nörobilim dalı gençliğinin baharında olsa da beynimiz hakkında keşfettiklerimiz az buçuk şeyler değil. Hadi hep beraber sabah yaptığımız sakin bir yürüyüş esnasında bile verdiği karmakarışık komutlarıyla bizi hayran bırakabilecek beynimizi irdeleyelim.
Yürümek demişken... sizce yürümek ne kadar zor olabilir? Gün içerisinde oradan oraya oradan oraya devamlı yaptığımız bir eylem. Ama hiç bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu düşündünüz mü? Sabah uyandınız eşofmanlarınızı giyip yola çıktınız. Bir adımınız diğerinin önüne atarak devam ediyorsunuz. Belki de gün içerisinde ne yapacağınızı düşünüyorsunuz. Ama arka planda yürümeye devam ediyorsunuz. Bu sırada beyniniz vücudunuzu dengede tutmaya çalışıyor. Beş duyumuzla algıladığımız sinyallere göre kaslara mesaj yolluyor. Bunlar olurken ana odak noktanız o olmasa da yerdeki bir taşı fark ediyorsunuz ve üstünden atlayıp devam ediyorsunuz. Bu sırada da gününüzü planlıyorsunuz! Karmaşık değil mi? Neyse daha fazla uzatmadan hadi beynimiz hakkında neler biliyoruz onlara bakalım:
Beyin Hakkında İlginç Bilgiler
1-Beyniniz bağlantı kapasitesini 2 yaşında tamamlar
Beyin, diğer organlardan farklı olarak nöron adı verilen özelleşmiş ve çoğalamayan hücrelerden oluşur. Aldığı tüm sinyalleri ve karşılığında verdiği komutları bu hücreler aracılığıyla verir. Nöronlar birbirleriyle iletişimde ya da taşıdıkları mesajı hedef organa iletirken aralarında yaptıkları sinaps bağlarını kullanırlar. Ve bu nöronlar yeni doğduğumuzda birbirinden neredeyse tamamen ayrı ve bağımsızdır. Yaklaşık 2 yıl içerisinde dış dünyadan aldığımız girdiler yoluyla nöronların birbirleriyle yaptıkları sinapslar maksimum kapasiteye ulaşır.
2-Sizi siz yapan beyninizde yer alanlar değil beyninizde yok edilenlerdir.
Doğumdan sonra ortalama iki yılda maksimum kapasitesine ulaşan sinaps sayısı, iki yılın ardından, yavaş yavaş azalmaya başlar. Beyin kurduğu bağlantılar arasında sosyal ya da bilişsel olarak kullanışlı olmayan bağlantıları yok ederek onu ileri taşıyacak olan bağlantıları kuvvetlendirir. Böylelikle topluma adapte olmasını kolaylaştırır.
3-Yaşadığımız Dünya gerçekten Böyle Bir Yer mi Yoksa Beynimizin Bize Sunduğu Bir Kurgu mu?
Beynimiz, dış dünyaya dair her türlü detayı kendisine gelen elektrokimyasal uyaranları anlamlandırarak bize sunar. Beynimiz gerçek anlamda dış dünyayı deneyimlememiştir. Ve hiçbir zaman deneyimlemeyecektir de. Kendisine farklı farklı reseptörlerden algılanan uyaranlarla bir gerçeklik yaratır. Ve bu gerçeklik herkes için farklı olabilir.
Peki beynimizin bize sunduğu gerçekliğin ötesinde tüm çıplaklığıyla dünya nasıl bir yerdir sizce? Bunu deneyimleme şansımız olmasa da büyük ihtimalle Dünyanın renksiz, kokusuz ve tatsız çerçevesi karşısında şok olurduk. Beynimiz dışında var olan her şey enerji ve maddeden ibarettir. Yüzlerce milyon yıllık süregelen evrim sonucunda beynimiz bize Dünyayı bir görsel şölen halinde sunabilmeyi başarmıştır.
“Deneyimlediğimiz her şey, algıladığımız her bir görüntü, ses ya da koku, dolaysız bir deneyim olmaktan çok, karanlık bir tiyatroda oynanan elektrokimyasal bir oyundur.” David Eagleman
4-Tüm Gerçekliğimiz Küçük Bir Alana Kısıtlıdır!
Dünyayı görüp algılayabilmemizi sağlayan gözlerimiz, sadece belirli dalga boyları arasında gelen ışık dalgalarını algılayabilir. Ne yazıkki görünür ışık olarak adlandırdığımız küçük bir dalga boyu aralığı dışını algılayabilecek reseptörlere sahip değiliz.
5-Geçmişte Yaşıyoruz!
Kısa mesafe koşu yarışmalarında yarış başlangıcının neden herhangi bir görüntüden ziyade tabancalarla yapıldığını merak ettiniz mi? Çünkü beyin sesleri görüntülerden daha hızlı işler. Ama bunun ötesinde biri gözlerimizin önünde aniden ellerini çırpsa sesi ve görüntüyü aynı anda algılarız. Bunun sebebi beynimiz gelen uyarıları işlerken, işleme zamanları arasındaki farkı gizleyerek bize sunar. Yani aslında hepsi aynı anda olmuş ve bitmiş gibi algılarız. Bunlar algılanıp işlenene kadar geçen süreyi beynimiz bizim yerine elimine eder.
6-Beyin Doğa Dostudur!
Vücudumuza aldığımız kalorilerin %20’sini beynimiz kullanır. Kulağa fazla gelebilir. Ama bir araştırmaya göre az bile kullanıyor diyebiliriz.
Rus psikolog Paul Yarbus, yaptığı bir deneyde insanların ilk kez karşılaştıkları bir tablodaki göz hareketlerini inceledi. Tabloyu uzun bir süre incelemelerinin ardından araştırmacılara sorulan soruların çoğuna yanıt verememişlerdi. Zemin halı mıydı ahşap mıydı? Odada hangi eşyalar vardı? Tabloda kaç tane çocuk vardı?
Soruların ardından tabloyu tekrar gösterdiklerinde katılımcılar tabloda soruların direk cevabına göre bir göz gezdirme yapıyorlardı. Burdan da anlaşılıyorki, beyin gereklilik olmadığı takdirde kendi kurduğu taslak modele ekleme yapmıyordu. Bunun sebebi anlaşılabilir bir şekilde enerjiden tasarruf diyebiliriz. Beyin ihtiyacı olmayan bilgiyi işlemeye gereği duymuyordu.
7-Verdiğiniz Kararlar Gerçekten Size mi Ait? Bilinçaltı
Hiç boks maçı izlediniz mi? Boksörlerin atılan yumruklardan kaçışını ve çok kısa bir süre içerisinde karşılık vermelerini, biz seyirciler sahneyi yavaş çekimde izlediğimizde ancak fark ederiz. Ve ne kadar pürüzsüz hareket ettiklerine şahit oluruz. Tabiki bu durum yıllarca yapılan antremanların eseridir. Ve genellikle maçlarda böyle durumlarda düşünme gibi bir şansları olmaz. Eğer yapacakları her harekette ve gördükleri her hamlede düşünselerdi çoktan yere düşmüşlerdi bile. Peki boksörler bilinç düzeyinde görmeden nasıl harekete geçebiliyorlar? Sıkı çalışma sonucu edindikleri bilinç dışı eylemlerle...
Nefes almak, konuşmak, okumak gibi eylemlerin çoğu eylemin karmaşıklığının ve farkındalığımızın ötesinde gerçekleşmektedir. Bilinç dışına dair araştırmalarda başı çeken Sigmund Freud, bilinç düzeyinde var olan düşünceler ve eylemlerin, bilinçaltının sadece görünen küçük bir yüzeyi olduğunu iddia etmektedir.
Bilinç altımız her daim aksiyon halindedir. Gün içerisinde dış dünyadan aldığımız deneyimler devamlı arka tarafta işlenir. Günün birinde herhangi bir konuda kafamızda belirip bize ait olduğunu düşündüğümüz fikirler aslında bilinç altında gerçekleşen birkaç aylık ya da birkaç yıllık bir işlemin sonucudur. Korkunç olansa bilinç altına dışarıdan yapılan küçük dürtmeler toplumların istenilen yöne yönlendirilebilmesini kolaylaştırır.
Kulağa komplo teorisi gibi geliyor olabilir ama düşündüğünüzde toplumu yönlendirmek için gerekli olan her türlü araca yöneticiler sahiptir. Ekranlarda arka planda koydukları basit bir resim veya birkaç kelime bundan üç ay sonrasında alacağınız bir karar üzerinde etkisi olabilir. Ve böyle basit yumuşak dürtmeler sizi fiziksel zorlamalarla bir yöne sokmaktan daha kolaydır.
Yapılan bir araştırmada katılımcılar iki kolları da öne uzanmış halde bir bilgisayar ekranının önüne oturtuluyorlar. Katılımcılardan istenilen, ekran kırmızıya döndüğünde ellerini hareket ettirmeden hangi elini hareket ettireceğine karar vermek. Ardından ekran sarıya ve sonrasında yeşile döndüğünde karar verdiği elini havaya kaldırmak.
Ardından araştırmacılar deneye transkraniyal manyetik uyarım(TMU) yöntemini devreye soktular. Aygıtın yolladığı manyetik atımlar beyinde motor korteksini uyararak sağ ya da sol elde hareket başlatacaktı. Motor kortekse gönderilen uyarılar sol motor kortekse gönderildiğinde sağ elde sağ motor kortekse gönderildiğinde sol elde hareket başlattı. İşin ilginç tarafı gönderilen uyarılar sadece harekette değil verdikleri kararlar üzerinde de etkili olmuştu. Örneğin kırmızıda sol elini kaldırmaya karar veren bir katılımcıya sarı yandığında TMU uyaranı yollandığında sağ elini kaldırıyordu ve sağ elini kaldırma kararının kendisine ait olduğunu sanıyorlardı.
Böyle deneyler özgür iradeye sahip olup olmadığımızı bizlere sorgulatır düzeyde...
“Bu muazzam karmaşıklık karşısında bize kalan, basit bir gerçeği anlamaya yetecek bir içgörüyle idare etmektir. Bu, yaşamlarımızın, farkındalık ya da kontrol sınırlarımızın çok ötesine uzanan kuvvetlerce idare edildiği gerçeğidir.” (David Eagleman)
8-Beyin Sosyal Bir Varlıktır
Evrimsel süreçte her daim güçlü olanın hayatta kaldığı düşünülür. Ama tek başımıza güçlü olarak hayatta kalabilir miyiz? Sadece kurnaz ve güçlü olarak bu günlere gelebilir miydik? Sahip olduğumuz gelişmişliğe ulaşmış olur muyduk? Güçlü olanın ayakta kalması teorisi bir yere kadar anlamlı olsa da genel resme baktığımızda “grup seçilimi” faktörü daha ön plandadır. Küçük gruplar içerisindeki iş bölümü işlerin yürümesini hızlandırır. Ve o küçük gruplar zaman içerisinde gelişerek günümüzdeki gelişmiş toplulukları oluşturmuştur. Bundan dolayı hayatta kalmak istiyorsak birbirimize ihtiyacımız var. Bunu çok iyi bilen beynimizin bağlantı kurmak için başka beyinlere ihtiyacı vardır. Aynı beyni oluşturan nöronların bağlantılarıyla gelişmesi gibi bizler de beyinlerimiz arasında bir bağ kurmaya çalışırız.
Peki sosyal olarak dışlanırsak ne olur? Yapılan bir araştırmada toplumsal dışlanma sonucu hissettiklerimiz, fiziksel olarak acı çektiğimizde beynimizde aktif olan aynı bölgeleri aktifleştirir. Yani yalnız kalmak, gerçek anlamda beynimize acı verir.
Nörobilim dalı, sahip olduğu bilgi birikimiyle çok genç olsa da bu kadarı bile insanı düşündürmeye yetiyor. Acaba ileride yapılan araştırmalar sonucunda neler bulunur merakla bekliyorum.
*Bu yazıyı yazarken David Eagleman'ın "Beyin Senin Hikayen" kitabından faydalandım.
Comments