“Dünyanın sonu insanın yüreğinin içinde gelir.”
Haşlanmış Harikalar Sonu ve Dünyanın Sonu'na Bir Yorum
Murakami’nin 1985’te yazdığı bu kallavi romanı ile ne zamandır kütüphanemde bakışıyorduk ancak vakit darlığından okumaya cesaret edememiştim kendisini. İsmi ve kapak tasarımından ötürü de bir hayli merak ettiğim Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’na bu yazı ile giriş yapıyorum. Baştan söyleme ihtiyacı hissediyorum ki Murakami’nin romanları, okuyucusunun perspektifine bağlı olarak çoklu katmanlarda değerlendirilebilir gibi geliyor bana. Sanki farklı zamanlarda aynı romanı tekrar okursak eğer, her seferinde başka bir makro gerçeklik ön plana çıkacakmış gibi, zaten bundan ötürü pek çokları için modern klasikler içerisinde sayılabilir bir yazar kendisi. Ancak bu yazı top yekûn bir beğeni yazısı değil.
Öncelikle çok genel olarak ifade edersem, şimdiye kadar Murakami’nin elinde çıkıp da beğenmediğim bir okuma deneyimim hiç olmadı. Ama Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’nu okurken fazlasıyla zorlandım, her zaman olduğu kadar anlatının içinde kaybolmadım hatta bitirmeye zorlamasam mı acaba diye bile düşündüm ilk 100 sayfa içerisinde. Ancak sonrasında nereye bağlanacağına dair bir merak beni orada tuttu.
Bu durumun kendi zevkime göre nedenleri olduğunu ve bunların neler olduğunu hikâyeyi okudukça keşfettim. İlk olarak, roman sürreal bir anlatım tekniğine sahip ve büyülü gerçekçilikten yer yer faydalanıyor. Bu tarz anlatıları kadın yazarların engin ve daha girift ilişkiler ağının perspektifinden dinlemeyi daha çok seviyorum sanırım. Murakami’nin karakterleri bu anlamda çok sığ kaldı ve çok da büyülenmedim açıkçası. Varoluşçu, “yabancı”lığı cool bir viski haline getiren eril tavırdan fenalık gelmiş de olabilir tabii.
Haşlanmış Harikalar Diyarı Ve Dünyanın Sonu Konusu
Hikâye devamlı olarak Haşlanmış Harikalar Diyarı ve bir başka gerçeklik olan Dünyanın Sonu arasında dönüşümlü olarak anlatılıyor ve tahmin edersiniz ki bu evrenlerin birbiri ile bağlantılı olduğunu sonraki sayfalarda anlıyoruz. Haşlanmış Harikalar Diyarı’ndaki ana karakterin fazlasıyla ifadesiz, kayıtsız olması, yaratılan evrenin bağlantılarının da kopuk olması benim için sıkıcılık unvanını kazanmasına yeterli oldu. Bir de Murakami’nin neredeyse tüm kitaplarında merkeze koyduğu tek bir erkek karakterin farklı evrenlerdeki deneyimlerini okuyormuşum gibi bir intiba da yaratmaya başladı dürüst olmam gerekirse.
Öte yandan bambaşka ve acayip bir yer olan Dünyanın Sonu’nda olanları ise çok cılız bir merakla takip edebiliyorsunuz ki tüm romanın en mistik yeri burası. Benim açımdan Murakami’nin diğer romanlarına kıyasla başka evrenler yarattığı bir konuda iki paralel evren daha zengin ve yaratıcı olabilirdi.
Ancak klasik bir Murakami tasviri olan; yemekler, müzikler ve kent yaşantısı içindeki küçük detaylarla süslenmiş bir hikâye anlatıcılığı karşılıyor bizi ve Murakami evreninde olduğumuzu tekrar hatırlatıyor adeta.
Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’ndan Küçük Anekdotlar
Genel hatlarıyla kitaptan bahsettiğimize göre biraz daha detaylı bir incelemeye girişebiliriz. Öncelikle hikayede karakterlerin isimlerinin olmaması; yaptıkları meslekler veya dış görünüşlerinde göze çarpan detaylar üzerinden hikaye boyunca tasvir edilmesi ilk etapta göze çarpan bir durum.
İkincisi hikâyenin kilit noktası aslında, insanlık için de halen büyük bir kısmı muamma olan bilincin katmanları ve nasıl işlev gösterdiğidir. Bu anlamda paralel olarak ilerleyen iki mekândaki benzer noktalar bir alt metin oluşturmuş ve okumayı daha zevkli hale getirmiştir. Bir başka üzerinde fikir birliği sağlanmamış, gizemli konu ise rüyalardır ve buradaki hikâyede de rüyalara atfedilen anlam göze çarpmaktadır.
"Biz burada hepimiz kendimize ait çukurlarımızı kazıyoruz. Anlamsız hareketler, ilerlemesi olmayan çabalar, hiçbir yere ulaşmayan yürüyüşler... Mükemmel değil mi sence? Hiç kimse yaralanmıyor, hiç kimseye yetişmek gerekmiyor, kimse kimseyi geçmiyor. Zafer yok, yenilgi de yok."
Murakami’nin burada insan bilinci ile ilgili başarı ile aktardığı dikkat çekici bir gerçeklik ise gündelik yaşamda şahit olduğumuz onun; bedenin içinde bulunduğu hal ve durumlardan bağımsız olarak pek çok farklı düşünceyi aynı anda ön bellekte ortaya çıkarabilmesidir. Mesela, kahramanın kendisini sıkışmış ve huzursuz hissettiği, bir an önce kaçmaya çalıştığı bir mekânda, yaşamsal bu duruma odaklanması gerekirken, birden nereden geldiği belli olmayan bir ilgi ile günü ve saati tahmin etmeye çalışması gibi. Veya kendini içinde bulunduğu gerçeklikten soyutlayarak okuduğu kitaplardan birinin yazarının böyle bir deneyim yaşayıp yaşamadığını bir anda merak etmesi gibi son derece absürd ancak bir o kadar da tanıdık zihinsel süreçleri ince bir detay olarak kahramanının yolculuğuna serpiştirmeyi başarmış Murakami.
"Stendhal hiç karanlığın ortasında bir kadına sarılmış mıydı acaba? Eğer hayatta kalır da buradan çıkabilirsem, dünyanın sonu da gelmemiş olursa Stendhal'ın o kitabını arayıp bulmak için kendi kendime söz verdim."
Son olarak, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, gerek Murakami’nin gerekse de bilimkurgu veya büyülü gerçekçilik bibliyografisinin içinde favori kitabım sayılmaz ancak yine de zaman ayırdığıma memnun olduğum bir kitap. Bu memnuniyetin içinde; kitabın arka temsil edilen, modern endüstriyel dünyada insanların yaşadığı varoluşsal sancıları Murakami'nin pek çok farklı şekilde iletmesine tanıklık etmek de yer alıyor.
Anımsadığım tek şey yağmurlu bir sonbahar akşamında bana sarılmaya kimsenin gelmemiş olması...
Comments