Bi’ Kahvelik kitaplar serimize çok yakışan, tam bir Pazar günü okuması olabilecek Stefan Zweig’a ait İş Bankası Kültür Yayınları’nın Modern Klasikler Dizisi’nden çıkan kitabı ile tekrar karşınızdayız. Üç farklı hikâyeden oluşan bu kitabı, gün içinde kendinize ayırdığınız bir saat içinde, kahve molanızda ya da toplu taşımada seyahat ederken bile okuyabilirsiniz. Ağırlıkta hafif, anlamda derin kitabın içeriğine gelirsek…
Stefan Zweig, "Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor", "Üçüncü Güvercin’in Hikâyesi" ve "Ölümsüz Kardeşin Gözleri" isimli hikâyelerle insanlığın varoluşundan beri peşine düşülmüş olan kavram ve değerleri sorguluyor. Yaratıcı güç, huzur, ve barış..
Hikâyelerin hepsi farklı coğrafyaların mitleri veya inançları bağlamında anlatılan bildiğimiz karakter ve olayların Zweig versiyonu gibi. Mesela Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor, Eski Ahit’teki Rahel ile Yakup’un hikâyesini andırmakta, Üçüncü Güvercin’in Hikâyesi Nuh Tufan’ındaki üçüncü güvercini daha iyimser bir perspektiften anlatmakta, Ölümsüz Kardeş’in Gözleri ise Bhavad Gita’da yer alan bir savaşçıdan yola çıkmaktadır. Kitabın kısa önsözünde bu hikâyelerin anlamı ve Stefan Zweig’ın bakış açısıyla ilgili Gülperi Sert’in ilgi çekici açıklamasına da yer verilmiş zaten.
Zweig’ın bu kitabını okurken insan kendisini büyük bir kütüphanenin tozlu maun rafları arasında, eski, ciltli, kalın bir kitabın, sarı sayfalarını karıştırır gibi hissediyor. Sanki çocukken elimize verilen bir kutsal kitabın satırları arasında kayboluyormuşuz gibi ya da mitolojik bir hikâyeyi büyülenerek dinliyormuşuz gibi… Zamanda bir kırılma yaşıyor, eski büyük anlatıların arasında kahramanların başlarına gelenlere şahit oluyor ve inan-mış gibi yapıyoruz. Ancak burada önemli olan hikâyenin mantığı değil, insanlık ve evrene dair anlatmaya çalıştığı öz tabi ki.
Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor
Rahel ve Yakup’un hikâyesinde, birbirlerine âşık olan bu iki gencin evlenmesine Rahel’in babası önce şartlar koşarak sonrasında ise Rahel yerine büyük kızını duvağın ardına saklayarak engel oluyor. Bütün olan bitene şahit olan ve büyük acı içinde olan Rahel ise tüm öfke ve kıskançlığına rağmen ablasına duyduğu merhamet ile kaderine razı oluyor ve her şeyi sineye çekiyor. Ancak bu hikâyenin odak noktası akıl almayacak derecede saçma olan bu evlilik hadisesi ve herkesin bunu kabullenmesi değildir. Hikâyede esas olan Rahel’in Tanrı ile yüzleşmesidir. Şöyle ki Rahel, kullarının isyanına karşı hiddetle yeryüzünü yakıp yıkan Tanrı’nın karşısına çıkıyor ve bir kadın olarak kendisinin öfkesini yenebilmesine rağmen koskoca Tanrı’nın neden bunu yapamadığını sorguluyor.
“Beni duymadın mı, Her Zaman, Her Yerde Olan Tanrım, beni duymadın mı, Her Şeyi Duyan Tanrım, yoksa cahil bir kulun olan ben mi açıklamalıyım sana?... –Fakat güçsüz bir kadın olan ben bile öfkemin üstesinden gelmiştim, Senin için, merhametli olduğunu sandığım Senin için merhamet etmiştim Lea’ya ve Yakup da bana merhamet etmişti, şunu gör artık Tanrım: Biz insanlar hepimiz, yoksul ve fani, kıskançlığın kötülüğünü yendik – fakat Sen, Her Şeyi Yaratan ve Her Şeye Son Veren, Her Şeye Kadir Olan Sen, Her Şeyin Başı ve Sonu Olan Sen, Sınırsız Güce Sahip Olan Sen, bizlerin sadece birer damlası olduğumuz Okyanus Olan Sen – Sen merhamet etmek istemiyor musun?”
Genellikle bir mesel vermeye çalışan “kutsal” anlatılarda karşımıza çıkan ataerkil yapı bu hikâyenin başında göze çarpsa da (yetişkin iki insanın bir arada olması için evlenmesi gerekliliği, evlenebilmek için eril ebeveynden izin alması gerekliliği, yaşça büyük kardeşten önce küçük kardeşin evlenmesinin önlenmesi, kadınların güzel ve çirkin olarak derecelendirilmesi ve kaderlerine razı olan edilgen yapıda olması vb.) kadın figürün hikâyenin sonundaki sorgulama ve cesaret gerektiren yüzleşmesi o gidişatı tersine çevirmiş gibidir. Dikkat ederseniz bu tarz eski ve kabul görmüş hikâyelerin hepsi kadınları yalnızca evlilik ve annelik rolü ile var eder ve bu kadınlar yalnızca şefkatli bir figürana ihtiyaç duyulduğunda ortaya çıkarlar. Yani Rahel’in üstesinden geldiği azımsanacak bir öfke değildir bana soracak olursanız…
“-fakat bak ben, Rahel Ana, ben eğilmiyorum önünde, - dimdik duruyorum karşında ve hükmünü kabul etmiyorum. Çünkü sen benim çocuklarımla hesaplaşmadan önce ben hesaplaşmak istiyorum Seninle ve Seni itham ediyorum: Sözün Tanrım, doğanla çelişiyor ve öfke kusan ağzın aslında kalbini yalanlıyor. O halde kendinle ağzından çıkan söz arasında bir denge kur.”
Üçüncü Güvercin'in Hikayesi
“Üçüncü Güvercin’in Hikayesi” ise kitabın içinde kısa bir anekdot gibi geçiyor aradan. Nuh Tufanı sonrasında suların çekilip çekilmediğine dair haber vermesi için Nuh tarafından gönderilen güvercinin hikâyesini anlatıyor bizlere.
Ölümsüz Kardeş'in Gözleri
Benim favorimse kitaptaki bu son hikâye oldu. Kahramanımız Virata, önce savaş meydanında sonra saray mahkemesinde başka yaşamlar üzerine karar almanın adaletsizliği ile yüzleşiyor. Bütün hayatını huzur arayışı içinde sorgulamalarla geçiren Virata, en sonunda kendi oğulları da dâhil olmak üzere kendi evindeki insanlar üzerinde bile hak iddia etmenin yanlışlığını idrak ediyor ve kendisini ormanın içinde yaptığı kulübede münzevi hayatına adıyor. Ancak bir başına, doğa ile iç içe yaşarken de yapıp ettikleriyle öteki üzerindeki etkisini inkâr edemez hale geliyor.
“Ben ağabeyimi öldürdüm ve gördüm ki birini öldürmek aslında kardeşini öldürmek demektir. Ben savaşta ordularımızı yönetemem, çünkü kılıç güç demektir, güç de adaletin düşmanıdır. Öldürmek günahtır ve kim bu günaha ortak olursa o da katildir aslında.”
“Hiçbir şey yapmayan da onu yeryüzünde suçlu, günahkar yapan bir eylemde bulunabiliyormuş, yalnız yaşadığını sanan kişi de aslında tüm kardeşlerinin içinde yaşarmış.”